İşletme sayılarının artırılması ekonomik bölgeleri durgunluk sürecinden kurtarmanın yolu olarak görünmemelidir! Kurulan her işletme yenilikçi olma, iş yaratma ve refaha katkıda bulunma anlamında istenileni sağlayamamaktadır. Bu nedenle, ekonomik büyüme ve istihdam yaratma yeni kurulan işletmelerin sayısı ile ilgili değil, yüksek kaliteli ve hızlı büyüyen işletmelerin oluşumunu teşvik etmeyle ilgili bir konudur (Shane, 2009, s. 141).
Küresel Girişimcilik Endeksi ve ülkelerin girişimcilik profillerini ortaya koyan Küresel Girişimcilik Monitörü verilerine göre dünyada en girişimci ülkeler en fazla girişimciye sahip ülkeler değildir.
Girişimcilik alanındaki çalışmaların bireysellikten çıkarak ekonomik, sosyal, siyasi ve kültürel koşullarla yakından ilişkili hale gelmesi girişimcilik ekosistemi yaklaşımı bağlamında perspektif kazanmasına sebep olmuştur (Stam ve Van De Ven, 2021, s. 810). Ekonomik ve politik koşullar; politikalar, üniversiteler, destekler, fiziksel imkânlar ve serbest piyasa olarak açıklanabilir (Stam & Spigel, 2016).
Girişimci; çok dar ve klasik anlamda, büyüme yoluyla sürekli olarak ekonomik değer peşinde koşan ve sonuç olarak mevcut durumdan hiçbir zaman memnun olmayan kişi olarak tanımlanmaktadır. Girişimcilik risk alma ve doğası gereği muhalif olmak ile ilişkilendirilmekte serbest meslek sahibi olma ya da kendi hesabına çalışma girişimcilik olarak kabul edilmemektedir.
Girişimciler, girdileri düşük fiyata satın almakta, risk aracılığıyla onları dönüştürmekte ve yüksek fiyata satmaktadırlar. Başkalarının bilmediği ya da sahip olmadığı bir şeyi bilme ya da ona sahip olma algısı, girişimciliğin doğası gereği muhalif yapısına işaret etmektedir. Çünkü fırsat algısı, diğer potansiyel girişimcilerin sizin gördüğünüzü görmedikleri, aynı durumu farklı gördükleri ve/veya sizin varlıklarınızı, fikirlerinizi veya değerlendirmelerinizi nispeten değersiz ya da imkânsız olarak algıladıkları inancına dayanmaktadır. Girişimcilik serbest meslek sahipliğinden farklı politikalara ve ortamlara ihtiyaç duymakta olup risk alma ve değer üretme arzusu girişimcilerin öne çıkan belirgin özelliklerini oluşturmaktadır.
Küresel rekabetin artmasıyla birlikte ülkelerin yenilikçi ve üretken bir ekonomik kapasiteye ve potansiyele sahip olması çok daha önemli hale gelmiştir. Yatırım sermayesi, fiziki alanlar, destek, hibe ve teşvikler, insan kaynağı ve kültür girişim ekosisteminin oluşması için destekleyici etkenlerin başlıcalarıdır.
2000’li yılların başında kurulan girişimlerin elde ettikleri başarılar ve bilgi birikimi Türkiye’de 2010’lu yılların başlarında tam anlamıyla bir girişimcilik ekosisteminden bahsetmemize olanak sağlamıştır. Global Startup Ecosystem Index 2024 raporuna göre girişimci ve yatırımcı sayısından ekosistem etkinliği sayısına, internet maliyetlerinden global şirketlerin Ar-Ge merkezi sayılarına kadar birçok farklı kriter üzerinden yapılan değerlendirmede Türkiye girişim ekosistemi dünyada 40. sırada, Avrupa’da ise 24. sırada yer almaktadır.
Başarılı girişimcilerin yeniden şirket kurması, bilgi birikimini aktarması, yatırımcı olması ile yaşanan entelektüel taşma girişimcilik ekosisteminin her yönünü besleyen önemli bir fenomendir (Isenberg, 2011). 2000’lerin başında kurulan şirketlerin 2010’lu yıllarda kurulan şirketlere yaptığı etkiye benzer bir etkiyi 2020’li yıllarda kurulan girişimlerde görmek üzere olduğumuz kritik bir dönemden geçmekteyiz.
Olumlu gelişmelere karşın Türkiye girişim ekosistemi artık yükselen pazarlar arasında parlayan tek ekosistem değil. Son yıllarda özellikle Afrika, Orta Doğu ve Latin Amerika bölgesinde kurulan girişimler önemli başarılar elde etmeye başladı.
Ekosistemde yer alan tüm paydaşların birlikte çalışması ile bu kritik dönemecin iyi dönülmesi gerekiyor. Yatırımcıların, girişimlerin, girişim ekosistemi medyasının, kurumsal yatırımcıların, melek yatırımcıların, bakanlıkların ortak ve koordineli şekilde çalışması ile Türkiye girişim ekosistemi rekabetçi yapısını korurken yeni başarı hikâyelerine de ev sahipliği yapabilir.